Yunan eski Bakan: "Filistin'i tanıma kararları iki yüzlü ve boş bir jest"

 

 

 

 

Varoufakis: “Filistin’i Tanımak Soykırımı Durdurmaz, İkiyüzlülüğü Aklamak İçindir”

 

Yunan ekonomist, siyasetçi ve eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, radikal eleştirileriyle tanınan bir isim. Varoufakis, X platformundan paylaştığı bir konuşmasında Batılı ülkelerin Filistin’i tanıma kararlarını “gecikmiş, boş ve ikiyüzlü” bir jestten ibaret olduğunu ifade etti.

 

Varoufakis’e göre Britanya, Fransa, Kanada ve Avustralya’nın açıkladığı tanıma kararı “gecikmiş, boş ve ikiyüzlü” bir jestten ibaret:

“Bu bir ahlaki uyanış değil. Gazze’deki acıyı bitirmek için değil, tam tersine kendi suç ortaklıklarını aklamak için cilalanmış bir ikiyüzlülük.”

 

Batılı hükümetlerin yıllardır süren suç ortaklığının ardından “aniden performatif bir tavırla” Filistin’i tanıdığını söyleyen Varoufakis, bu adımın sahada hiçbir karşılığı olmadığını vurguladı:

“Bir yanda basın toplantıları, resmi beyanatlar, kâğıt üzerinde bir devlet… Diğer yanda ise o devletin halkı ve kurumları sistematik olarak yok ediliyor.”

 

 

“Soykırım Makinesine Yağ Sürüyorlar”

 

Varoufakis, asıl çözümün Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) olduğunu dile getirdi:

“Özgürlüğün kapısını açan tek anahtar tanıma değil, BDS’dir. Gerçek hedef, Ürdün’den Akdeniz’e kadar eşit siyasi hakların tesisidir.”

 

Batılı hükümetlerin çelişkili tutumunu ise şu sözlerle tarif etti:

“Bir elleriyle ‘devletlik’ denen bir kâğıt parçası verirken, diğer elleriyle bu devletin hayal olarak kalmasını sağlayan gücü silahlandırıyor ve koruyorlar. Bu, soykırım makinesine yağ sürmektir.”

 

“Ezenin Şiddeti Direnişi, Ezilenin Şiddeti Daha Fazla Devlet Şiddeti İçin Bahane Olur”

Varoufakis, şiddet sarmalının yapısal niteliğine de dikkat çekti:

“Bir tarafın gücü ve hakları varken diğer tarafın hiç olmadığında, şiddetli istikrarsızlık bu sistemin içine işlemiştir. İşgalcinin şiddeti direnişi doğurur; ezilenin şiddeti de daha fazla, daha yıkıcı devlet şiddetini meşrulaştırmak için bahane olur. Bu, güçlülerce tasarlanmış bir kısır döngüdür.”

 

Canberra’daki Heykel ve İkiyüzlülük

 

Varoufakis, yaşananları Avustralya’da gördüğü bir anıta da benzetti. Canberra’da, Yüksek Mahkeme’den Ulusal Kütüphane’ye giderken karşısına çıkan bu anıtta, Mabo davasında Yargıç Sir Gerard Brennan’ın sözleri yazılıdır:

 

“Eğer Avustralya kolonilerinin yerli halklarını, topraklarda hak ve menfaatleri olan insanlar olarak tanımak yerine toplumsal örgütlenme ölçeğinde ‘aşağı’ görmeye devam ederse, bu ülkenin ortak hukuku adaletsizliği sürdürür.”

 

Varoufakis’e göre bu karar bir “hukuki devrim”di. Ama ardından değişen pek az şey oldu:

 

“Yerli mülkiyeti kâğıt üzerinde tanındı ama güç yapıları, ekonomik gasp ve eşitsizlik olduğu gibi kaldı. Tanıma, daha esaslı bir adaletin yerine geçen bir kalkan haline geldi. Bugün Filistin’e sunulan da tam olarak budur.”

 

 

“Gerçek Dayanışma, Filoları Korumaktır”

 

Öte yandan Varoufakis, Akdeniz’de yola çıkan Küresel Sumud Filosuna işaret ederek, gerçek dayanışmanın bu tür girişimlere destek vermek olduğunu söyledi:

“Eğer Starmer, Macron, Carney ve Albanese gerçekten soykırımı durdurmak isteselerdi, beyanat vermez, filoyu korumak için donanma gemisi gönderirlerdi.”

 

Son Uyarı

 

Varoufakis sözlerini şu çağrıyla bitirdi:

“Filistin halkının ikiyüzlü tanımaya ihtiyacı yok. Onların ihtiyacı özgürlüktür. Ve özgürlük, ancak baskının bedeli zalim için katlanılamaz hale geldiğinde gelir.”

 

Yanis Varoufakis'in konuşmasının tam metni: 

 

BDS, fark yaratacak olan şeydir; Filistin’in tanınmasını boş bir jest olmaktan çıkarıp etik, işlevsel ve oyunu değiştiren bir adıma dönüştürecek olan da budur.

 

Merhaba, ben Yanis Varoufakis. Bugün, Batılı bazı hükümetlerin –Britanya, Fransa, Kanada ve Avustralya’nın– (son derece) gecikmiş bir şekilde Filistin Devleti’ni tanımasını konuşmak için buradayım.

 

Keşke bunu onlarca yıl önce yapsalardı. Belki o zaman, varlığını dahi tanımadığı bir halkı, topraklarını gasp etmeye çalıştığı bu tanınmayan halkı, İsrail’in etnik temizleme projesi durdurulabilirdi. Belki de bugün gözlerimizin önünde tarifsiz bir vahşetle süren soykırıma dönüşmezdi.

 

Şüphesiz ki Britanya, Fransa, Kanada ve Avustralya hükümetlerinin, kamuoyunun baskısı ve seçmen desteğinde yaşadıkları büyük kayıplar nedeniyle Filistin’i tanımak zorunda kalması iyi bir şeydir. Sanırım, evet, bu iyi bir şeydir.

 

Ama arkadaşlar, aldanmayın. Çok korkuyorum ki Keir Starmer, Emmanuel Macron, Mark Carney ve Anthony Albanese Filistin’i tanırken bunu gerçekten bağımsız ve egemen bir devlet olarak var olabilmesi için yapmadılar. Aksine, soykırımı durdurmak için yapabilecekleri şeyleri yapmamak adına yaptılar.

 

Kısacası, bu Batılı hükümetler onlarca yıllık suç ortaklığından sonra aniden birbirleriyle yarışırcasına, gerçekte hiçbir sonuç doğurmayan bir gösteri sergiliyorlar. Ve bunu, sözünü ettikleri Filistin Devleti’nin işlevsel bir gerçeklik haline gelmesi için değil, tam tersine, bunun asla gerçekleşmemesi için yapıyorlar.

 

O halde: Onları alkışlamayalım. Onlara kanmayalım. Bu bir ahlaki uyanış değil. Bu, durdurmak için hiçbir şey yapmadıkları bir soykırımın dikkatli bir şekilde yönetilmesidir. Gazze’deki acıyı bitirmek için değil, bu acının sürmesindeki rollerini aklamak için cilalanmış bir ikiyüzlülükten ibarettir.

 

Bir yanda büyük güç diplomasisinin sahne oyunlarını izliyoruz: basın toplantıları, ciddi beyanatlar, kâğıt üzerinde bir devletin tanınması… Öte yanda, sahada o devletin temeli –insanları ve kurumları– sistematik olarak yok ediliyor. Starmer, Macron, Albanese, Carney hükümetleri sizlerin dikkatini bu “cesur” ve “ilkesel” tavra çekmek isterken, aslında savaş suçlarına, etnik temizliğe, soykırıma ortak olmaya devam ediyorlar.

 

Peki neden şimdi? On binlerce ölümden, okullar ve hastaneler harabeye dönüştükten, binlerce çocuğun ailesiz ve yaralı bir şekilde hayatta kalmaya zorlanmasından sonra neden?

 

Çünkü küresel öfke artık, alışıldık İsrail yanlısı propagandalarıyla bastırılamayacak noktaya geldi. Filistin’in tanınması bir tür basınç vanasıdır; öfkeyi yatıştırmak, İsrail’in meşruiyetini kurtarmak için tasarlanmıştır. Nasıl olsa İsrail, onların örtük desteğiyle, yaşanabilir bir Filistin devletine giden her adımı engellemeye devam edecektir.

 

Filistin’i tanıyorlar ama aynı anda İsrail’le gizlice işbirliği yaparak bu devletin asla gerçeğe dönüşmemesini sağlıyorlar. Nasıl mı? Zulme ve apartheid’a son vermekte tarihi olarak etkili olduğu kanıtlanmış tek yöntemi –Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS)– uygulamayı reddederek.

 

Ama neyse ki bu kadar değil. Bir başka şey daha oluyor. Batılı liderler bu diplomatik tiyatroyu oynarken, Akdeniz’de yüzlerce insan yola çıkmış durumda: Küresel Sumud Filosu. Öğretmenler, gazeteciler, aktivistler, hayalperestler, parlamenterler… Onlar, Gazze ablukasının ve Filistinlilere yönelik planlı soykırımın son bulması gerektiğine dair küresel çoğunluğun kararlılığını taşıyorlar. İsrail devletinin yaklaşan korsanlık eylemleri, gerçekte oldukları şey olarak teşhir edilecektir: insanlık karşıtı ihlaller, uluslararası hukukun ayaklar altına alınması.

 

İsrail propagandası ve onun savunucuları, bu cesur insanların “savaş bölgesine girmeyi seçtiğini, yasaklı güvenlik bölgelerini ihlal ettiğini” iddia ediyor. Bu utanmazca bir yalandır. Filo savaş bölgesine girmiyor. Soykırımın sürdüğü, İsrail’in yasa dışı olarak işgal ettiği topraklara gidiyor –ki Uluslararası Adalet Divanı Haziran 2024’te İsrail’e bu toprakları terk etmesi yönünde hüküm vermiştir.

 

Şimdi soruyorum: Starmer, Macron, Carney ve Albanese gerçekten soykırımı bitirmek isteselerdi ne yaparlardı? Beyanat vermekle yetinmezlerdi. Filoyu korumak için bir donanma gemisi gönderirlerdi! Uluslararası hukuku uygularlardı. Ama yapmayacaklar. Çünkü onların tanıması boş bir jesttir. Gerçek dayanışma ise düzenli misantropiyle ve onları finanse eden silah tüccarlarıyla bağlarını koparmayı gerektirir.

 

Batılı hükümetlerin sözleri ile eylemleri arasındaki bu uçurum, onların ikiyüzlülüğünün özüdür. Bir elleriyle “devletlik” denen bir kâğıt parçası sunarken, diğer elleriyle bu devletin hayal olarak kalmasını sağlayan gücü silahlandırıyor, fonluyor ve diplomatik olarak koruyorlar.

 

Bu bana Avustralya’nın başkenti Canberra’da gördüğüm bir anıtı hatırlatıyor. Yüksek Mahkeme’den Ulusal Kütüphane’ye yürürken, Avustralya Yüksek Mahkemesi’nin bir kararını kutlayan benzersiz bir anıt karşınıza çıkar. Üzerinde Mabo davasında Sir Gerard Brennan’ın şu muhteşem sözleri yazılıdır:
“Eğer Avustralya kolonilerinin yerli halklarını, topraklarda hak ve menfaatleri olan insanlar olarak tanımak yerine toplumsal örgütlenme ölçeğinde ‘aşağı’ görmeye devam ederse, bu ülkenin ortak hukuku adaletsizliği sürdürür.”

 

Harikulade bir ifade. Hukuki bir devrim. Ama ardından ne oldu? Bir anıttaki sözler. Yerli mülkiyeti tanındı, ama güç yapıları, ekonomik gasp, sistematik eşitsizlik büyük ölçüde olduğu gibi kaldı. Tanıma, daha esaslı bir adaletin yerine geçen bir kalkan haline geldi. İşte emperyalist beyaz yerleşimcilerin oyun kitabı budur: Bir hakkı teoride tanı, pratikte uygulamaktan kaçın.

 

Bugün Filistin’e sunulan da budur. Avrupa başkentlerinde hayali bir haritada tanınan bir devlet; sahadaysa her bomba, her kurşun, her kontrol noktasında pekiştirilen apartheid gerçeği.

 

Özgürlüğün kapısını açan anahtar tanınma değil, BDS’dir: boykot, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırımlar. Hedefi mi? Ürdün’den Akdeniz’e kadar eşit siyasi hakların tesis edilmesidir. Oslo’da tanınma anlamlı olabilirdi; o koz heba edildi. Bugün barış sürecinin yokluğunda tanınma sadece semboliktir. Hatta mevcut haliyle sembolizmin ötesinde –bir sakinleştiricidir.

 

Şunu anlamalıyız: Mabo kararında incelikle dile getirilen ama sonrasında trajik biçimde görmezden gelinen temel bir hakikat var:
“Bir tarafın gücü ve hakları varken diğer tarafın hiç olmadığında, şiddetli istikrarsızlık bu sistemin içine işlemiştir.”

 

Apartheid altında ne İsrailli ne Filistinli için barış ya da güvenlik mümkün değildir. İşgalcinin şiddeti direnişi doğurur; ezilenin şiddeti de daha fazla, daha yıkıcı devlet şiddetini meşrulaştırmak için bahane olur. Bu, güçlülerce tasarlanmış bir kısır döngüdür.

 

O yüzden Batılı liderler bu tanımayı ilerici bir adım gibi sunduklarında, onlara tek bir soru sorun: Yaptırımlar nerede? Silah ambargosu nerede? Ticaret kısıtlamaları nerede? Filolar için koruma nerede?

 

İkna edici yanıt veremedikleri sürece sözleri boş değildir sadece. Aynı zamanda silahtır. Soykırım makinesinin yağını oluşturmaktadır. Londra’da yerlilerin insanlığını kabul eden bir konuşma yaparken, aynı anda onların topraklarını boşaltma emrini imzalayan sömürge yöneticisinin günümüzdeki muadilidir.

 

Onların bu numaradan sıyrılmasına izin vermeyelim. Tanımalarının gerçekte ne olduğunu görelim: Çökmekte olan bir baskı sistemini kurtarma çabası, onu sona erdirme değil.

 

Bizim görevimiz açıktır: BDS çağrısını büyütmek. Filolarla dayanışmak. Kâğıt üzerindeki sözleri değil, sahada adaleti talep etmek.

 

Filistin halkının ikiyüzlü tanımalarına ihtiyacı yok. Onların ihtiyacı özgürlüktür. Ve özgürlük, ancak baskının bedeli zalim için katlanılamaz hale geldiğinde gelir.

 

NOT: 

BDS, İngilizce “Boycott, Divestment, Sanctions” ifadesinin kısaltmasıdır. Türkçesi:

  • Boycott (Boykot): İsrail ürünleri ve kurumlarına yönelik tüketimden uzak durma.
  • Divestment (Yatırımların Geri Çekilmesi): Şirketlerin, bankaların ve fonların İsrail’le bağlantılı yatırımlarını geri çekmesi.
  • Sanctions (Yaptırımlar): Devletlerin İsrail’e karşı siyasi, ekonomik ve diplomatik yaptırımlar uygulaması.

BDS hareketi, 2005’te Filistinli sivil toplum örgütlerinin çağrısıyla başlamış uluslararası bir kampanyadır. Amacı, İsrail’i uluslararası hukuk ve insan haklarına uymaya zorlamak.

 

KAYNAK: https://x.com/yanisvaroufakis/

 

 

Özet
:
Yunan ekonomist, siyasetçi ve eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, radikal eleştirileriyle tanınan bir isim. Varoufakis, X platformundan paylaştığı bir konuşmasında Batılı ülkelerin Filistin’i tanıma kararlarını “gecikmiş, boş ve ikiyüzlü” bir jestten ibaret olduğunu ifade etti.
Resim
Türkçe
X