Türkiye'nin Rojava (Kuzey Suriye) ve SDG/YPG Politikası: Dönüşüm Zamanı!
Türkiye'nin Rojava (Kuzey Suriye) ve SDG/YPG Politikası: Dönüşüm Zamanı!
07.10.2025 - Naci HANPOLAT
Suriye'de merkezi hükümet ile Rojava yönetimi arasında gerginlik Halep'te Kürtlerin yoğun yaşadığı iki mahalleye yönelik abluka sonrası çatışmaya dönüştü. Henüz çatışmalar yaygın değil ama hem Halep'te hem de Deyr-i Zor ve Raqqa kırsalında yaşanan küçük çaplı karşılıklı atışmalar daha büyük ve genel bir iç savaşa dönüşme riski taşıyor.
Suriye Yeni Hükümeti ve Rojava yönetimi arasında yaşanması muhtemel bir iç savaşın kazananı başta İsrail olmak üzere bölgeye yönelik emperyal planları olan küresel güçler olacaktır. Kaybedeni ise en başta Suriye Hükümeti, ardından Türkiye ve Kürtler olacaktır.
PKK'nın gölgesinde filizlenen SDG/YPG mimarisi, entrikacı bir zihniyetle yoğrulmuş, kendi dışındaki her türlü siyasi aktöre ve harekete karşı tahammülsüz, dahası İslam'a kin kusan güçlerle her türlü ittifaka göz kırpan oportünist bir ahlakın mahsulüdür. Bu tür unsurlarla diplomasi kurmak, hele ki kalıcı bir uzlaşı inşa etmek, dikenli bir patikada yürümeye benzer – zorlu ve riskli. Ne var ki, bugünkü tabloda Suriye'nin Kürt coğrafyasında en baskın ses bu yapıya aittir; on binlerce masum, mazlum Kürt gencini, sadık neferler gibi saflarında tutmakta, ölüme koşmaya hazır bir orduya dönüştürmektedir. Üstelik bu gençlerin eğitimini ve teçhizatını üstlenenler, başta ABD olmak üzere, bölgenin halklarının ezeli hasımlarıdır.
Netice itibariyle, SDG/YPG ile girişilecek bir çatışma, bu örgütün lider kadrosu veya ideolojik dokusuyla değil, doğrudan Suriye Kürtlerinin kolektif varlığıyla bir hesaplaşmaya evrilecektir. Bu durum, bölge halklarının birliği, beraberliği ve ortak bir zemin üzerinden kendilerini tekrar var edebilmelerinin önünde on yıllar boyunca kan ve gözyaşı ile oluşmuş bir bariyer inşa edecektir.
Türkiye, Kürtlere ve etnik- mezhepsel çeşitliliğe yönelik, Kemalist mirasın uzun soluklu gölgesinde şekillenmiş zincirleri kırmalı; milliyetçi üstünlük eğilimlerinin kalıntılarından arınmalı, geçmiş dış politika dönemlerinin bölünme korkularından doğan edilgen izlerini geride bırakmalıdır. Bu geleneksel, ötekileştirici ve izolasyoncu yaklaşımları –Kemalist kodlarla dokunmuş bu mirası– devlet hafızasının derin raflarına emanet etmeli; onun yerine, Kürt halkının sağduyusuna, vefasına, bin yıllık komşuluk ve kardeşlik bağlarına, civanmertliğine güvenerek, gönül rahatlığıyla yeni bir sayfa açmalıdır.
Suriye Kürtlerinin tüm renkleriyle –SDG/YPG'den ENKS'ye dek– koşulsuz bir diyalog kanalı açılmalı; bu yolda, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi'nin onursal başkanı Mesud Barzani'nin rehberliği ve Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği'nde (IKYB) etki sahibi diğer siyasi aktörlerin desteğiyle, bölgemizde muazzam bir Türk-Kürt-Arap ittifakının kapılarını ardına kadar aralamalıdır.
Türkiye Ahmad Al-Şaraa ile nasıl yakın bir ilişki yürütüyorsa aynı ilişkinin bir benzerini Salih Muslim ve Mazlum Abdi ile kurabilir, kurmalıdır. Bu insanlar da netice itibarıyla nihayetinde bu toprağın evlatlarıdır; Türkiye'nin uzatacağı dostluk elini geri çevirmek bir yana, devletin atacağı tek bir adıma iki adım atarak, sıcak bir kucaklaşmayla karşılık vereceklerine inanıyorum.
90’lı yıllarda Turgut Özal, geniş ufku ve asırları aşan cesaret ve öngörüsü ile Mesut Barzani ve Celal Talabani’ye rahat seyahat edebilmeleri için Türkiye Cumhuriyeti kırmızı pasaportu vererek Irak Kürdistanı’nın bir Türkiye dostu yapılanma olarak şekillenmesine nasıl öncülük ettiyse Türkiye’nin kuruluşundan bu yana liderliği ile birçok alanda adını çoktan tarihe yazdırmış olan Cumhurbaşkanı Erdoğan da böyle bir adımı atma cesaretini gösterebilir.
Suriye’de gelişecek özerk bir Kürt yapılanmasından endişe duymak yersizdir. Yeni Kürt açılımı ile ülke içinde anayasa, yasalar ve bürokraside yapılacak düzenlemeler ve uyum politikalarıyla eşit kardeşlik temelinde bir sisteme yol açıldığında zaten hiç bir Kürt Türkiye’yi bırakıp Suriye veya Irak’a gitmek istemeyecektir bilakis siyasi ve sosyal rahatlamaya eşlik edecek ekonomik kalkınma programları başarılı olur ve Türkiye ekonomik olarak da 2010'lu yılların rüzgârını yeniden arkasına alabilirse tüm Kürtlerin yüzü Irak Kürdistanı’nda olduğu gibi Türkiye'ye dönük olacaktır.
Düşünsenize; Güneydoğulu vatandaş Halep'e, Afrin'e, Kobani'ye hakeza Duhok'a, Erbil'e kimlikle gidecek, malların ve insanların seyahatinin önündeki tüm engeller kaldırılacak, bölgesel ticaret patlama yaşayacak ve zaten gerçekte karşılığı olmayan (ABD Büyükelçisi Tom Barrack'ın Sykes-Picot sınırlarını sorgulayan sözlerini hatırlayalım) cetvelle çizilmiş sınırlar iyice silikleşecek ve tüm bölgede barış ve esenlik rüzgarları esecektir.
Lütfen, Allah-Peygamber aşkına, bugüne dek canını feda eden yüz binlerin hatırına, bir an için durun: Bölgede yeni bir kan gölüne yol açacak o karanlık adımlara geçit vermeyin; dost maskesi altındaki, iç savaşı kenardan hasetle bekleyen sinsi düşmanların kuruntu umutlarını boğazlarında düğümleyin. Bunun yerine, tüm bölgeye barışın meltemini, esenliğin tohumunu ve kalkınmanın bereketini taşıyacak aydınlık yollara cesurca öncülük edin.
İnisiyatifi ABD, İngiliz, Fransız veya işgalci Siyonist rejimin elinden alın ve siz bin yıllık devlet geleneğinin gereğini yerine getirebilmek için BÜYÜK BÖLGESEL TÜRK-KÜRT-ARAP ittifakına giden yolu tüm araçlarıyla, tüm gerekleriyle birlikte açın.
Bırakın iyilik yürüsün…