Türkiye-ABD ilişkileri, Kürt sorunu ve Yeni Osmanlıcılık iddiaları
Türkiye-ABD ilişkileri, Kürt sorunu ve Yeni Osmanlıcılık iddiaları
1.Bölüm
PKK’nin silah bırakması ve Türkiye’nin Büyük Ortadoğu-Kürt açılımına tepkiler
Trump’ın gerek Türkiye gerekse de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a her fırsatta övgü dolu sözlerinin yanında Ortadoğu kökenli ABD’nin renkli Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın açıklamaları da kamuoyunu şaşırtmaya devam ediyor çünkü bunlar klasik ABD hariciyesinden duymaya alışkın olmadığımız yorumlar. En son Tom Barrack X hesabından yaptığı bir paylaşımda; “Türkiye için en iyi modelin Osmanlı modeli olduğuna” dair bir yorum yaptı. Bunun ardından cuma günü PKK’nin Irak Kürdistan’ında sembolik bir törenle silah yakma töreni ve cumartesi günü de Erdoğan’ın Kızılcahamam konuşması ülke içinde mevcut bölünme paranoyası sahiplerini fena halde panikletmiş bulunuyor. Bu panikleyen kişi ve çevrelere baktığımız zaman; jakoben Kemalist laiklerden tutun İslam’ı kendi korkularına ve zaaflarına perde etmiş sağcı milliyetçi muhafazakâr kesimlere kadar geniş bir yelpazede dizili çeşit çeşit odaklar karşımıza çıkıyor. Bu kesimlerin her biri yaşanan gelişmeler hakkında kamuoyunda karşıt bir algı oluşturma yarışına girdiler bile.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürt sorununu ilk kez devlet olarak kabul ettiklerini beyan ettiği konuşmasının ardından Ahmet Taşgetiren’in tepkisini hatırlayınız. Hakeza Hayrettin Karaman’ın Kürtleri sığındıkları evi ateşe veren mülteciye benzetip aşağılamasını da not edelim. Dün de Abdurrahman Dilipak, Bahçeli’nin daha önce Öcalan ile ilgili sarfettiği sözlere gönderme yapan bir mesajı alıntılayıp sözüm ona 'namus’ kavramı üzerinden Bahçeli’ye ayar vermeye çalıştı. Bu ve buna benzer görünüşte İslamcı, sağcı-muhafazakâr, solcu-devrimci, ulusalcı veya Kemalist-Laik ama özünde aynı amaca hizmet eden eski Türkiye kalıntıları, ayaklarının altındaki zeminin kaymakta olduğunu gördükçe daha da saldırganlaşacak ve toplumda bir karşıt psikolojiyi harlamaya çalışacaklar.
Bir takım iyi niyetli ama zihni Kemalist kodlarla zehirlenmiş zevat, yaşanan gelişmelerin Türkiye’yi diğer Kürt bölgelerini de kapsayacak bir federasyona götüreceği ve bu sürecin sonunda da Türkiye’nin çok daha kolay bölünmeye müsait hale geleceğine dair korkular pompalıyorlar. Bu zevatın anlamadığı veya anlamak istemediği şey; bu gidişat böyle devam eder de Türkiye radikal bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirmezse zaten bölünmeye -küçülmeye gidiyor olduğu gerçeğidir.
Kendi halklarınıza ekonomik-sosyal-dini-mezhebi-etnik temellerde haksız bir düzeni dayatmaya devam ederseniz varacağınız son zaten bölünmek ve parçalanmak olacaktır. Siz içinizde adaleti, eşitliği, liyakati, toplumsal ahlakı egemen kılamazsanız başkası sizin içinizi istediği gibi karıştırabilir. Siz doğru olanı yapın bakın bakalım arkasından bölünme mi geliyor yoksa büyük bir birleşme mi?
Tabi kimileri de bu birleşme ihtimalinin gelmekte olduğunu görüyor ama bu birleşmenin bizatihi kendisine karşılar. Çünkü olası bir birleşme ancak DİN ve ÜMMET temelli olabilir, başka hiçbir zemin Türk’ü, Kürt-Arap-Fars ve diğer etnik kimliklerle bir araya getiremez. Ancak tüm bölge halklarının tek ortak noktası olan İslam farklı etnik, ulusal veya bölgesel güçlerin ortak paydası olabilir.
Bunu biliyor oldukları ve Din’e-İslam’a karşı oldukları için bu tarz bir birliktelik onlar için ölüm demek. Ruhen ve bedenen satılmış olan bu kesim bir ÜMMET çatısı altında büyük bir birlikteliktense küçük bir ülkecik sahibi olmayı tercih ederler ve bu uğurda ülkeyi ateşe vermekten de çekinmezler.
Bu çetrefilli, çok parametreli, çok taraflı sürecin doğru yürümesi ve neticede arzu edilen sona ulaşması için en temel şart hiç şüphesiz başta samimiyettir. Ardından süratle fitne-fesat odaklarına fırsat bırakmadan atılması gereken yasal-anayasal-yapısal-bölgesel tüm adımları ivedilikle ve kararlılıkla atmaktır.
Bu adımlara paralel olarak toplumun atılan adımların nedenine niçinine vakıf hale gelmesi ve fitne merkezlerinin kara propagandalarına kapılmaması için planlı bir toplumsal farkındalık çalışması yapılması gerekmektedir.
Zaman her alanda uyanık ve teyakkuzda olunması gereken bir zamandır. Böyle tarihin kritik kırılma dönemlerinde ülkelerin ve kurumların başlarındaki kişilerin kimliği, psikolojisi, ideolojisi, ehliyet ve liyakati çok önemlidir. Ahbap çavuş ilişkileri, eş-dost-akraba-taallukat üzerinden gelişen ilişkiler, birilerini taltif etmek veya ödüllendirmek veya teselli etmek için yapılan atamalar ve görevlendirmelerin vebali çok ağırdır ve bunun maliyeti çok büyük olacaktır.
Sadece ülkemizi değil tüm bölgemizi ilgilendiren büyük değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bu dönemde elde edilecek kazanımlar veya uğranılacak kayıplar sadece bu dönemin değil önümüzdeki en az elli yıllık bir dönemin kazancı veya kaybı olacaktır.
Burada değerlendirmek istediğimiz başka bir başlık da ABD’nin Türkiye’nin bu yeni açılımına yaklaşımındaki alışılmadık pozitif politikasıdır. ABD’nin Ortadoğu’da birinci önceliği malum İsrail’in mutlak güvenliğidir. Bu biliniyor, öyleyse Türkiye’yi çok rahatlatacağı apaçık belli olan PKK’nin silah bırakmasına, bir önceki çözüm sürecinin baltalanmasında büyük rolü olan ABD’nin rıza göstermesi ve ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın Suriye yönetimi ve SDG ile ilgili Türkiye’nin politikalarına müzahir açıklamalarını nasıl anlamalıyız?
ABD, gelecekte İsrail için tehlike arz edebilecek bir Türkiye'nin güçlenmesine yol açacak bir sürece neden ‘evet’ diyor?
Konuya bu soru bağlamında Türkiye-ABD ilişkilerini ele aldığımız ikinci bölümde devam edeceğiz.
Özet
Naci HANPOLAT - Sadece ülkemizi değil tüm bölgemizi ilgilendiren büyük değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bu dönemde elde edilecek kazanımlar veya uğranılacak kayıplar sadece bu dönemin değil önümüzdeki en az elli yıllık bir dönemin kazancı veya kaybı olacaktır.