BRICS+ ve ÜMMET: İslam Ülkeleri nesneden özneye geçmeli
Emmanuel Pietrobon, devam eden büyük güç rekabetinde merkezi bir rol oynamaya hazır iki milyarlık bir sosyal ve siyasi güç olan Ümmet (İslam Dünyası) olmadan gerçek bir çok kutuplu geçiş ve başarılı bir dolarsızlaştırma (dedolarizasyon) olamayacağını yazıyor:
-----------------------------------------------------------------------------------------
BRICS+ ittifakı giderek daha fazla Müslüman ülkeyi bünyesine katıyor. Bu bir tesadüf değil, aksine öngörülebilir bir kaçınılmazlık: Çok Kutuplu Dönüşüm, İslam Dünyası (Ümmet) olmadan gerçekleşemez. Enerji kaynakları bakımından zengin, stratejik özerklik arayışında ve geçmiş sömürge tahakkümleri nedeniyle keskin bir anti-emperyalist duruşa sahip olan bazı Müslüman çoğunluklu ülkeler, BRICS+'ın günümüzdeki güç yoğunlaşmasını daha demokratik bir şekilde yeniden dağıtabilen etkili bir değişim koalisyonu oluşturmak için ihtiyaç duyduğu aktörlerdir.
BRICS+ uzun süredir uluslararası ilişkilerde dezavantajlı konumdaydı. Defalarca ölüme terk edildi, ancak her seferinde yeniden dirildi. Artık zaman kazanmaya çalışmıyorlar, çünkü dünyayı karşıt bloklara bölen büyük güç rekabeti nedeniyle değişim için fırsat penceresi hızla daralıyor.
BRICS+ ittifakının en büyük hedefi olan dolarsızlaşma bir gecede gerçekleşmeyecek olsa da, temelleri inkar edilemez bir şekilde atıldı. İlk yapısal katların yükselmesi sadece bir zaman meselesi. İnşaat halindeki bu binada Rusça, Çince ve Hintçe'nin yanı sıra en çok konuşulan dillerden bazıları Arapça, Türkçe, Farsça ve Malayca, yani ümmetin dilleri olacak.
Müslüman Hamlesi
Trump'ın ABD'sinden Merz'in Almanya'sına kadar Batılı ülkeler Müslümanlara yönelik resmi ve gayrı resmi yasaklara giderek daha fazla başvururken ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da etkili bir şekilde faaliyet gösterecek araçlardan ve anlayıştan yoksunken, BRICS akıllıca bir şekilde bu akıntıya karşı kürek çekiyor.
AB'nin Körfez Özel Temsilcisi Luigi Di Maio'nun İsrail'in Direniş Ekseni ile çatışması sırasında ortalıkta görünmemesi bu kopukluğun altını çiziyor.
2023'ün sonlarında BRICS, kapılarını Mısır, İran, Suudi Arabistan (henüz onay vermese de) ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne açtı. 2024'te genişleyen BRICS+, yeni bir kategori olan "ortak ülkeler"i tanıttı ve çoğunluğu Müslüman olan bir dizi ülkeyi davet etti: Cezayir, Endonezya, Kazakistan, Malezya, Nijerya, Türkiye ve Özbekistan. Tam üyeler ve muhtemel ortaklarla birlikte, Müslüman çoğunluklu ülkeler artık BRICS+ ittifakının %41'ini oluşturuyor. Buna bir de isim bile bulundu: "Müslüman hamlesi".
İslam, dünyanın en hızlı büyüyen dini - birkaç on yıl içinde Hıristiyanlığı geçeceği tahmin ediliyor - ve dünyanın en zengin kaynaklara sahip bölgelerinden bazılarını kapsıyor: Kuzey Afrika, Sahel, Batı Afrika, Arap Yarımadası, İran, Orta Asya ve Endonezya takımadaları. Doğal kaynakların ötesinde, en hızlı yükselen ekonomik ve askeri güçlerden bazıları ümmetten gelmekte ve uluslararası ilişkilerde giderek daha önemli hale gelmektedir.
Basitçe söylemek gerekirse, Müslüman dünyası artık görmezden gelinemez.
Tarihsel olarak -Osmanlı Türkiye'si gibi istisnalar dışında- Ümmet, 19. ve 20. yüzyıllar boyunca sıklıkla büyük güç politikalarının nesnesi olmuştur. Bugün, imparatorluk döneminin geride kalmasıyla birlikte, ümmet ve halkları giderek daha fazla büyük güç rekabetinin özneleri haline geliyor - fail, irade ve çıkar sahibi aktörler-. BRICS+ bu paradigma değişimini benimsemiş ve çok kutuplu geçişi hızlandırmak için buna bel bağlamışken, Batı bunu ya fark etmedi ya da kabul etmeyi reddediyor.
Batı, Geri Kalanlar ve Ümmet
Batılı ülkeler, Müslüman dünyasının siyasi uyanışının -küresel ilişkilerde nesneden özneye geçiş- tam anlamını kavramakta başarısız oldular. Bu ülkelerin iç ve dış politikaları bu körlüğün kanıtıdır. Durumsal farkındalık eksikliği şaşırtıcıdır: örneğin dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, İsrail-Direniş Ekseni çatışmasının patlak vermesinden sadece birkaç gün önce Ortadoğu'nun hiç bu kadar güvenli ve istikrarlı olmadığını iddia etmişti.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupalı müttefiklerinin son on beş yılda Müslüman dünyasında tek bir stratejik başarı elde edememiş olması şaşırtıcı değil. Muammer Kaddafi'yi devirdiler ama yerine kaos geldi; Beşar Esad'ı devirmeye çalıştılar ama muhalefetin çoğu cihatçı gruplarla bağlantılıydı; Afganistan'ı Taliban'ı ortadan kaldırması gereken 20 yıllık bir kampanyanın ardından Taliban'a bıraktılar; Sahel'de radikal İslam'ın yükselişini fark edemediler - orada 10,000'den fazla asker konuşlandırmış olmalarına rağmen - ve yerel ordular krizi çözmekte başarısız olan Batı destekli hükümetleri devirmeye başladığında şaşkına döndüler.
Buna karşılık tarih Rusya ve Çin'i haklı çıkarmıştır. Batı'nın Beşar Esad'ın devrilmesini Rusya'nın Orta Doğu'dan çekilmesinin takip edeceği yönündeki umutları, Rusya'nın risk adaptasyonu ve HTŞ'nin pragmatik hesaplarıyla çatıştı. Çekilme sonrası Afganistan kaosa sürüklenmedi ve diplomatik olarak izole edilmedi; ayrıca Asya'nın büyük güçleri ticaret ve yatırım anlaşmaları yoluyla nüfuz elde etmek için rekabet ediyor.
En önemlisi, eski “böl ve yönet” mantığı artık Orta Doğu'da işe yaramıyor: Rusya'nın çoklu hizalanmayı sürdürme ve devam ettirme becerisi, Çin'in kolaylaştırdığı Suudi-İran yumuşaması ve Rusya-Çin'in Filistin içi uzlaşmaya aracılık etme girişimleri, Arap ve Müslüman aktörlerin bitmek bilmeyen, anlamsız savaşlardan yorulduğunu gösteriyor.
BRICS+ şimdi Batı'nın yanlış adımlarından ve Rusya ile Çin'in başarılarından faydalanarak mümkün olduğunca çok sayıda enerji zengini ve egemenlik arayışındaki Müslüman gücü kendilerine çekmeyi hedefliyor. Bu bir kumar - ama karşılığını alabilecek bir kumar.
BRICS+ gerçek bir Batılı olmayan alternatif -hatta en kötü senaryoda Batı karşıtı bir koalisyon- olmak istiyorsa, Batı'ya şüpheyle yaklaşan ümmetle ittifak yapmalıdır.
Aynı şey tersi için de geçerlidir: eğer büyük Müslüman güçler dış müdahaleye, yeni sömürgeciliğe, dış güdümlü savaşlara ve rejim değişikliklerine son vermek istiyorlarsa, Batı ile Geri Kalanlar arasında seçim yapmalıdırlar - ki bu da nihayetinde Tek Kutupluluk ile Çok Kutupluluk arasında bir seçimdir.
Devam eden büyük güç rekabetinde merkezi bir rol oynamaya hazır iki milyarlık bir sosyal ve siyasi güç olan ümmet olmadan gerçek bir çok kutuplu geçiş - ve başarılı bir dolarsızlaşma (dedolarizasyon) - olamaz. Rusya, Çin ve Hindistan'ın her birinin BRICS+ Müslüman bahsini desteklemek için kendi nedenleri var.
Jeopolitik (güç projeksiyonu) ve jeoekonomi (dolarsızlaşma) daha büyük bir resmin sadece iki yüzü.
Çin'in Kuşak ve Yol güzergâhlarını güvence altına almak için istikrarlı bir ümmete ihtiyacı var.
Hindistan, aşırı Hindu milliyetiyetçiliğine yaslanamaz çünkü yakında dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna ev sahipliği yapacak. Üstelik Hint kültür dairesinin ("Indosphere") önemli bir kısmı Kur'an'ın dilini konuşuyor.
Rusya'ya gelince, artan Müslüman nüfusu ve Müslüman dünyasında artan cazibesi sayesinde hem Üçüncü Roma hem de İkinci Mekke olma potansiyeline sahiptir. Bu kısmen, desteklediği muhafazakar değerler ve Libya'daki rejim değişikliğini desteklemeyi reddetmesinden Kutsal Topraklar konusundaki mevcut tutumuna kadar tutarlı, Müslümanlara duyarlı dış politikasından kaynaklanmaktadır.
Dünya hızla değişiyor. Yeni güç kutupları ortaya çıkıyor ve bunların birçoğu ümmetin uzak topraklarında yükselecek. Müslüman dünyasının desteği, büyük güç rekabetinin ve küresel dolarsızlaşma hamlesinin geleceğini şekillendirmede kritik öneme sahip olacaktır. Ancak bu destek, Müslümanların farklı çıkarlarını dinlemeye ve bunlara uyum sağlamaya istekli olanlara gidecektir.
YAZAR: Emanuel Pietrobon
Emanuel Pietrobon, İtalya'dan jeopolitik analist, siyasi danışman ve yazardır.