ABD'nin Orta Doğu Politikası: Yalanların Gölgesinde Bir Diplomasi

 

 

 

 

Foreign Affairs'de yayınlanan aşağıda geniş bir özet halinde tercümesini aktardığımız makale, ABD’nin yanlış istihbarat değerlendirmelerine ve öz aldatmaya dayalı politikalarına dikkat çekiyor. Yazara göre ABD’nin Orta Doğu’daki başarısızlıkları, sadece yanlış okumalardan değil, bu hatalardan öğrenme yetersizliğinden kaynaklanıyor. Hatalar tekrarlanıyor, hesap verebilirlik yok. Makale, bu döngünün özünde ABD’nin gücünün erozyona uğramasının yattığını savunuyor. 

 

------------------------------------------------------------------------------------

 

 

Herhangi bir gün, Gazze’de süren uzun savaş boyunca, Biden yönetiminden bir yetkili şu ifadelerden herhangi birini dile getirebilirdi:


Bir ateşkesin eli kulağında olduğu, ABD’nin bunu sağlamak için gece gündüz çalıştığı, İsraillilerle Filistinliler hakkında eşit derecede kaygı duyduğu, tarihi bir Suudi-İsrail normalleşme anlaşmasının yakın olduğu ve tüm bunların Filistin devletine giden geri dönüşsüz bir yola bağlı bulunduğu.

 

Bu açıklamalardan hiçbiri gerçeğe uzaktan yakından benzemiyordu. Ateşkes görüşmeleri sürüncemede kaldı ve ara sıra sonuç verdiğinde bile anlaşmalar hızla bozuldu. ABD, ateşkesi mümkün kılabilecek tek şeyi yapmaktan — yani İsrail’e verilen askeri yardımı koşullandırmaktan ya da durdurmaktan — özellikle kaçındı. O adım, yalnızca ateşkesi sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda ABD’nin İsrailli ve Filistinli yaşamlarını korumaya gerçekten bağlı olduğunu göstermenin de tek yolu olabilirdi.

 

Suudi Arabistan defalarca, İsrail’le normalleşmenin ancak bir Filistin devleti yönünde ilerleme kaydedilmesiyle mümkün olduğunu vurguladı; İsrail hükümeti ise bu ilerlemeyi her seferinde reddetti. Zaman geçtikçe ABD’nin açıklamaları boş sözler olarak ortaya çıktı; inançsızlıkla ya da kayıtsızlıkla karşılandı. Fakat bu, bu tür açıklamaların yapılmasını engellemedi.

 

ABD’li politikacılar söylediklerine gerçekten inanıyor muydu? Eğer inanmıyorlarsa neden ısrarla söylemeye devam ettiler? Eğer inanıyorlarsa, önlerinde duran tüm karşıt kanıtları nasıl görmezden gelebildiler?

 

Yalanlar, aslında ABD’nin politikasını gizlemek için kullanıldı.


Bu politika, İsrail’in Gazze’ye yönelik şiddetli saldırılarını mümkün kıldı ve Filistin topraklarında en küçük, geçici iyileşmeyi bile Amerikan hümanizmi ve kararlılığının bir ürünü olarak sundu. İsrail’in vahşeti Trump döneminde daha da arttı, fakat o dönemin yalanları zaten yolu açmıştı.

 

Bu yalanlar, İsrail’in ayrım gözetmeyen öldürmelerini, hastaneleri, okulları ve camileri hedef almasını, gıdaya erişimi bir savaş silahı olarak kullanmasını ve Amerikan silahlarına bağımlılığını normalleştirmeye yardımcı oldu. Zemin hazırlanmıştı ve geri dönüş artık yoktu.

 

Bu aldatmacalar yeni değildi. Kökleri Gazze savaşından çok önceye uzanıyordu ve yalnızca İsrail-Filistin çatışmasıyla sınırlı değildi. Alışkanlık haline gelmişti. On yıllar boyunca ABD, çatışmaya yönelik tutumunu gizleyerek kendisini arabulucu gibi sundu, oysa açıkça taraflıydı. “Barış süreci” adı altında kurduğu mekanizmalar, mevcut durumu değiştirmekten ziyade onu kalıcı hale getirdi. Daha geniş Orta Doğu politikasını demokrasi ve insan haklarını teşvik etmek olarak tanıttı, oysa gerçekte farklıydı. Çabaları art arda felaketle sonuçlandığında bile bunu başarı olarak sundu.

 

Yalanlar daha görünür ve görmezden gelinmesi zor hale geldikçe, ABD’nin etkisi azaldı.


İsrailliler, Filistinliler ve diğer bölgesel aktörler bu sahte oyunu artık dikkate almıyor; iki devletli çözüm, barış, demokrasi ve Amerikan arabuluculuğu hakkındaki klişeleri bir kenara bırakıyor. Bunun yerine, geçmişlerinden beslenen daha çıplak, doğrudan tutumlara dönüyorlar.

 

Önceki dönemlerde olduğu gibi, Filistinliler — yönsüz, öndersiz, öfke ve intikam isteğiyle dolu — İsraillilere karşı münferit şiddet eylemlerine başvuruyor, bunların bir gün daha örgütlü bir biçime evrilmesini bekliyor. İsrail ise eskiden olduğu gibi sınırsız ve dizginsiz, öldürmek için uygun gördüğü her yerde kolunu uzatıyor: 1970’lerde Amman, Beyrut, Tunus, Paris veya Roma’da; günümüzdeyse Doha ve Tahran’da.

 

Her iki taraf için de daha kötüsü yolda. ABD ise büyük ihtimalle yalnızca geriye kalan enkazı seyredecek.

 

Bir Başarısızlığın Anatomisi

 

İsrail’in şu anki savaşı, yıllardır süregelen her iki tarafın da hesap hatalarının ve başarısızlıklarının üzerine inşa edildi.

 

Filistinliler için: 2006’da Hamas, demokratik seçimleri kazandıktan sonra Gazze’de Hamas ile Fetih arasında bir iç savaş patlak verdi. Bu bölünme, İsrail’e karşı ulusal mücadeleyi zayıflattı. Hamas, Gazze’yi demir yumrukla yönetti; otoriter, baskıcı ve mezhepçi oldu. Halkının refahına değil, kendi ideolojik ve askeri gündemine öncelik verdi. Fetih ise Batı Şeria’da yozlaşmış, etkisiz ve İsrail’le güvenlik işbirliğine bağımlı bir yapı hâline geldi. Sonuç olarak, Filistin hareketi stratejik birlikten, liderlikten ve uluslararası arenada güvenilirlikten yoksun kaldı.

 

İsrail için: İsrail’in en büyük başarısızlığı, askeri güçle güvenlik sağlanabileceğine olan inancıdır. İsrail, Gazze’yi kuşatma altına alarak, Batı Şeria’da yerleşimleri genişleterek ve Doğu Kudüs’ü Yahudileştirmeye çalışarak, Filistinlilerin öfkesini sürekli diri tuttu. Aynı zamanda siyasi çözümün tüm yollarını kapattı. İsrail, sadece kendini koruduğunu sanırken aslında çatışmayı sürekli yeniden üretti.

 

ABD için: Washington, her iki tarafın da bu başarısızlıklarını destekledi. Filistinlilerin bölünmüşlüğünü derinleştirdi; İsrail’in işgal politikalarına siyasi ve askeri kalkan oldu. Tarafsız arabulucu rolü oynayacağına, İsrail’in yanında konumlanarak barış ihtimalini daha da zayıflattı.

 

Stratejinin Çöküşü

 

İsrail’in mevcut savaşı, askeri güce dayalı stratejisinin nihai iflasını gösteriyor.

 

Netanyahu hükümeti, Hamas’ı yok etmeyi amaçladığını söylüyor. Ancak bu hedef gerçekçi değil. Hamas bir örgüt olduğu kadar bir fikir, bir kimlik, bir öfke kaynağıdır. Binlerce savaşçısını öldürseniz bile, onların yerine yenileri gelir.

 

Gazze’nin yerle bir edilmesi, Hamas’ın kökünü kazımak yerine, yeni bir direniş kuşağının doğmasına zemin hazırlayacak.

 

İsrail’in uyguladığı strateji, Filistinlilerin boyun eğmesini sağlamadı; aksine, direnişi daha da meşrulaştırdı. Aynı zamanda, İsrail’in uluslararası konumuna da büyük zarar verdi. Bugün artık birçok Batılı toplumda, Filistin davası daha fazla sempati görüyor, İsrail ise giderek yalnızlaşıyor.

 

Washington’un desteği bile koşulsuz olmaktan çıktı. ABD yönetimi, kendi çıkarları ile Netanyahu’nun takıntıları arasında sıkışmış durumda. Bu da İsrail’in geleceği açısından ciddi bir kırılma noktası anlamına geliyor.

 

Peki Ya Sonra?

 

İsrail’in savaş hedefleri bulanık, stratejisi ise sürdürülemez.


Netanyahu, iktidarda kalabilmek için savaşı sonsuza dek uzatmaya çalışıyor. Ancak bu, İsrail toplumunun parçalanmasını daha da hızlandırıyor.

 

Gazze’deki savaş, Batı Şeria’daki işgali daha kırılgan hale getiriyor; Lübnan’daki Hizbullah tehdidini daha tehlikeli kılıyor; İran’la doğrudan çatışma ihtimalini artırıyor.

 

Filistinliler açısından ise geleceği belirleyecek en büyük soru, bu yıkımdan sonra nasıl bir siyasi örgütlenmenin ortaya çıkacağıdır. Hamas’ın yerini ne alacak? Yeni bir siyasi vizyon mu doğacak, yoksa yalnızca daha radikal ve daha yıkıcı hareketler mi türeyecek?

 

Bu tabloda ABD’nin rolü, daha önce hiç olmadığı kadar sorgulanıyor. Amerika hâlâ bölgeyi “yönetme” iddiasında olabilir, fakat artık aktörler ABD’ye bağımlı değil. Yeni ittifaklar, yeni güç merkezleri, hatta yeni çatışmalar ortaya çıkıyor.

 

Sonuç

 

İsrail’in mevcut liderliği, ülkeyi çıkışsız bir yola sürüklüyor. Netanyahu ve hükümeti, kendi iktidarlarını korumak uğruna İsrail’in güvenliğini, Filistinlilerin geleceğini ve bölgesel istikrarı feda ediyor.

 

Fakat bu kriz yalnızca Netanyahu’nun krizi değil; aynı zamanda İsrail toplumunun, ABD’nin ve tüm bölgenin krizi. İsrail kendi yolunu bulamazsa, bu yol bölgeyi daha büyük felaketlere sürükleyecek.

 

Bugün Gazze’de yaşananlar, yalnızca bir savaş değil; Ortadoğu’nun geleceğini yeniden şekillendiren büyük bir dönüm noktasıdır.

 

 

YAZAR: Hussein Agha ve Robert Malley

 

HUSSEIN AGHA yarım yüzyıldan uzun bir süredir İsrail-Filistin meseleleri ve müzakereleri ile ilgilenmektedir. Kendisi 1996-2023 yılları arasında Oxford Üniversitesi St Antony's College'da Kıdemli Ortak olarak görev yapmıştır.

 

ROBERT MALLEY, Yale Üniversitesi Jackson Küresel İlişkiler Okulu'nda öğretim görevlisidir. Clinton, Obama ve Biden yönetimlerinde üst düzey Orta Doğu pozisyonlarında görev yapmıştır.

 

KAYNAK: https://www.foreignaffairs.com/

Özet
:
Foreign Affairs'de yayınlanan aşağıda geniş bir özet halinde tercümesini aktardığımız makale, ABD’nin yanlış istihbarat değerlendirmelerine ve öz aldatmaya dayalı politikalarına dikkat çekiyor. Yazara göre ABD’nin Orta Doğu’daki başarısızlıkları, sadece yanlış okumalardan değil, bu hatalardan öğrenme yetersizliğinden kaynaklanıyor. Hatalar tekrarlanıyor, hesap verebilirlik yok. Makale, bu döngünün özünde ABD’nin gücünün erozyona uğramasının yattığını savunuyor.
Resim
Türkçe
X