SANAYİNİN TÜRKİYE GENELİNE YAYILMASI: BÖLGESEL KALKINMA, ŞEHİRLEŞME VE İSTİHDAM POLİTİKASI
SANAYİNİN TÜRKİYE GENELİNE YAYILMASI: BÖLGESEL KALKINMA, ŞEHİRLEŞME VE İSTİHDAM POLİTİKASI
Naci HANPOLAT - 08.12.2025
Türkiye’de uzun yıllardır sanayinin büyükşehirlerde, özellikle İstanbul’da aşırı yoğunlaşmasının yarattığı sorunlar tartışılıyor. Anadolu’nun birçok ilinde iş imkânlarının sınırlı olması, yüz binlerce insanı büyükşehirlere göçe zorladı. Bu süreç hem Anadolu’da nüfusun azalmasına ve ekonomik canlılığın zayıflamasına yol açtı; hem de göç alan şehirlerde plansız büyüme, çarpık kentleşme, trafik ve altyapı sorunları gibi ciddi sonuçlar doğurdu. Uygulanan bölgesel teşvik programları bu tablonun bütününü değiştirmeye yetmedi ve İstanbul, İzmir, Ankara gibi merkezlerdeki yığılma devam etti.
Bugün gelinen noktada, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın yeni “Sanayi Alanları Master Planı” kapsamında Samsun-Mersin hattında 13 ilde 16 büyük yatırım alanı kurulması tekrar gündemde. Bu çerçevede Altan Tan’ın “cazibe merkezleri” oluşturmaya yönelik önerileri de dikkat çekiyor. Meseleye bu geniş çerçeveden bakıldığında, dünyadaki başarılı örneklerin Türkiye için önemli dersler içerdiği görülüyor. Bunların başında Çin geliyor.
ÇİN ÖRNEĞİ: BÖLGESEL SEKTÖRLEŞME VE SANAYİDE YOĞUNLAŞMA MODELİ
Çin’de her büyük sektör belli bölgelerde konumlandırılmıştır; hatta birçok şehir neredeyse kendi sektörünün marka kimliğine dönüşmüştür. Bu başarı, çift yönlü bir politika ile sağlanmıştır:
Teşvik tarafı:
Belirli bölgelerde vergi indirimleri, sigorta destekleri, arazi tahsisi, altyapı yatırımları ve hatta bazı sektörlerde devlet tarafından fabrika inşa edilip üreticiye teslim edilmesi gibi güçlü teşvikler uygulanıyor.
Yaptırım tarafı:
İlgili sektörün bulunmasını istemedikleri bölgelerde ek vergiler, kısıtlamalar ve yönlendirici düzenlemelerle üreticinin hedef bölgeye taşınması sağlanıyor.
Bu politikalar sonucunda pek çok şehir, yalnızca üretim merkezi değil; bir ekosisteme, kültüre ve uzmanlık havzasına dönüşmüş durumda.
Aynı yaklaşım — Çin, Almanya ve Japonya örneklerinden harmanlanarak — Türkiye’nin coğrafi yapısına, insan kaynağına ve altyapısına uygun bir modele dönüştürülebilir.
Fakat burada Türkiye’nin önündeki en büyük engel siyasal yapı gibi görünüyor. Hükümetler beş yılda bir seçimlere gitmek zorunda oldukları ve oy kaybetme endişesi taşıdıkları için gerekli yapısal adımları atmakta isteksiz davranabiliyorlar. Tarımda yapılması gereken düzenlemeler çiftçiyi küstürme korkusuyla erteleniyor; sanayi ve hizmet sektörlerinde yapılacak reformlar ilgili grupları rahatsız etmemek adına geri plana bırakılıyor. Tüm bu siyasi kaygılar uzun vadeli planlamayı engelliyor. Oysa belki on beş-yirmi yıllık bir kalkınma planı hazırlanıp hükümetler değişse bile bu planların değişmeyeceğine dair anayasal ve kurumsal güvence verilse Türkiye büyük bir ivme kazanabilir.
BÖLGESEL ASGARİ ÜCRET
Bu bağlamda önermek istediğim ikinci önemli husus bölgesel asgari ücret uygulamasıdır. Özellikle Doğu-Güneydoğu-Karadeniz illerinde nüfus artış hızının yüksek olması ve ailelerde çok sayıda çalışabilir bireyin bulunması nedeniyle, bölgesel asgari ücret hem istihdamı artırabilir hem de bölgesel kalkınmayı hızlandırabilir. İstanbul, Ankara, Trabzon, Diyarbakır ve Antalya v.b. iller için farklı asgari ücretlerin belirlenmesi doğru bir adım olabilir.
YAN SANAYİ VE ÜRETİM EKOSİSTEMİ
Sanayinin taşınacağı bölgelerde yan sanayinin planlı olarak oluşturulması kritik öneme sahip. Çin’in başarısının önemli bir kısmı, ana sektörleri destekleyen geniş yan sanayi ağlarından geliyor. ,
Türkiye’de de ana sektör belirlenirken:
-Yarı mamul ve tamamlayıcı üretim,
-Tedarik zinciri,
-Yedek parça, bakım-onarım, lojistik,
-Küçük ve orta ölçekli işletmelerin kümelenmesi eş zamanlı olarak planlanmalıdır.
Türkiye’de de sanayinin taşınması hedeflenen bölgelerde ana sektörün ihtiyaç duyacağı yan sanayilerin, yarı mamullerin ve tamamlayıcı üretim ağlarının oluşturulması gereklidir. Devlet bu noktada öncü olabilir; kurumlar kurabilir, birliktelikleri teşvik edebilir, kooperatifleri güçlendirebilir ve gerekirse şirket birleşmelerini zorunlu tutabilir. Böylece sektörlerde planlı, verimli ve sürdürülebilir bir yapı inşa edilebilir.
EĞİTİM POLİTİKASINDA İSTİKRAR SORUNU VE YAPISAL İHTİYAÇLAR
Türkiye eğitim alanında uzun süredir ciddi gelgitler yaşıyor. AK Parti hükümetlerinin birçok alanda kayda değer başarıları olsa da, tarım ve milli eğitimde istenen istikrarı yakaladığını söylemek güç. Milli Eğitim Bakanlığı yıllar boyunca sık değişen politikalarla adeta bir yapboz tahtasına döndü. 28 Şubat döneminde ise cuntacıların imam hatiplerin toplum nezdinde tercih edilmemesini sağlamak amacıyla uygulamaya koyduğu 4+4+3 sistemi, özellikle meslek liseleri üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Bu baskının sonuçları ise bugün hâlâ hissedilmektedir. Son 20 yıldır sektörlerde yaşanan nitelikli eleman eksikliğinin en temel nedenlerinden biri bu politik baskıdır. Ülkenin kalkınması için hayati önem taşıyan sanayinin ve endüstrinin siyasi kaygılar uğruna baltalanması, gelecek nesiller açısından ağır bir maliyet yaratmıştır.
Dershanelerin kapatılması yine bunun en somut örneklerinden biri. Bu karar çoğunlukla iddia edildiği gibi eğitim niteliğinin artırılması kaygısıyla değil; FETÖ ile mücadele kapsamında alınan güvenlik tedbirlerinin bir basamağı olarak uygulanmıştı. Eğitim alanında köklü etkilere sahip bir kararın eğitim politikası çerçevesinde değil, siyasi bir mücadelenin parçası olarak değerlendirilmesi ise ciddi bir sorun yarattı. Dahası, yerine getirilen çözümler daha iyi bir alternatif oluşturamadı; bu kez farklı adlarla aynı işlevleri sürdüren yeni kurumlar ortaya çıktı.
Sınav sisteminde yaşanan istikrarsızlık da sorunun başka bir boyutudur. Ortaöğretim geçiş sınavı kaldırıldı; ancak kısa sürede başka bir sınav sistemi geri getirildi. Özel okullar hızla yaygınlaşırken devlet okullarının geneli — bazı köklü okullar dışında — kalite kaybına uğradı. Üniversite sayısı arttıkça kalite sorunu daha görünür hale geldi; yüzbinlerce üniversite mezunu iş bulamazken, diploma hâlâ toplumun büyük kesimleri tarafından bir kurtuluş yolu olarak görülüyor. Bu nedenle eğitim gibi ülkenin geleceğini belirleyen alanlarda alınacak kararların kesinlikle siyasetten bağımsız olması gerekir.
Eğitim politikalarının günlük siyasi mücadelelerin bir parçasına dönüştürülmesi uzun vadede ülkeye ağır zarar verir. Bu tablo eğitimde köklü bir dönüşümü zorunlu kılıyor. Özellikle mesleki eğitimin güçlendirilmesi, Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısı için en kritik adımlardan biridir. Meslek liselerine yönlendirme lise döneminde değil, ortaokuldan itibaren yapılmalıdır.
Öğrencilerin ilgisi, yeteneği ve becerileri öğretmenler tarafından yakından takip edilerek mesleki kabiliyeti olan gençlerin gereksiz yere üniversite okuma baskısından kurtulması sağlanmalıdır. Aynı şekilde akademik yeteneği olan öğrencilerin de doğru biçimde üniversiteye yönlendirilmesi gerekir. Böylece üniversite eğitimi, herkes için mecburi bir aşama olmaktan çıkar; toplumun gerçek ihtiyaçlarına uygun bir eğitim sistemi kurulabilir.
TARIMDA GERİLEME VE YAPILMASI GEREKENLER
Tarım teşvikleri çiftçiye elbette belli katkılar sağladı; ancak buna rağmen tarımsal üretimde ciddi bir gerileme yaşandığı, ekilebilir alanların verimli kullanılmadığı ve nitelikli tarım uygulamalarında geri kaldığımız açık bir gerçek.
Bugün yüzölçümü Türkiye’nin yirmide biri kadar olan Hollanda’nın 2023’te tarımsal ürün ihracatı €123.8 milyar gibi bir rakam ile dünya çapında çok büyük bir ihracatçı olması üzerinde durulması gereken bir durumdur. Bir siyasetçinin yıllar önce yaptığı şu tespit bu açıdan dikkat çekicidir: “Tek başına Şanlıurfa bir Hollanda kadar tarım ürünü yetiştirmeye yeter.” Farklı bir bağlamda söylenmiş olsa da bu söz, bölgesel potansiyelin doğru değerlendirildiğinde nasıl büyük atılımlar yapılabileceğinin çarpıcı bir göstergesidir.
Benzer bir planlama tarımda da uygulanmalıdır. Çiftçilerin neyi, ne zaman ve ne kadar ekeceği konusunda kapsamlı bir üretim planı oluşturulabilir. Bu sayede doğru ürün doğru zamanda ve doğru ölçekte üretilebilir.
SONUÇ: UZUN VADELİ, SİYASETTEN ARINDIRILMIŞ BİR KALKINMA MODELİ
Tarımda, eğitimde, sanayide ve ekonomide yapılması gereken çok sayıda altyapı ve üstyapı yatırımı var. Bu adımların hayata geçirilebilmesi ise siyasetin oy kaygısından arınmış bir yaklaşım benimsemesine bağlı. Uzun vadeli, kararlı ve değişmeyen politikalarla Türkiye gerçek bir kalkınma sürecine girebilir.
AK Parti’nin ilk on yılında Türkiye bu yönde önemli bir ivme kazanmış, reformist bir çizgi izlenmişti. Ancak zaman içinde artan iç ve dış tehdit algısı ve kendini koruma refleksi, bu ilerlemeci süreci sekteye uğrattı; ülke yer yer patinaj yaptı ve bazı alanlarda geri gidiş yaşandı. Bugün hükümetin, Sayın Erdoğan’ın , kurmaylarının ve devlet bürokrasisinin tüm bu tabloyu yeniden değerlendirip uzun vadeli reform adımlarını cesaretle atması büyük önem taşıyor.
