Türkiye-ABD ilişkileri, Kürt sorunu ve Yeni Osmanlıcılık iddiaları-3
Türkiye-ABD ilişkileri, Kürt sorunu ve Yeni Osmanlıcılık iddiaları-3
Bölüm 3
Haritalar değişirken
Üç bölümlü yazı dizimizin geçen hafta yayınladığımız ikinci bölümünden sonra bugün üçüncü ve son bölümü yayınlıyoruz:
Bölge ülkelerinden orta ve uzun geleceğe bakan planlar yapma imkân ve kabiliyetine sahip ülkeler olarak Türkiye ve İran öne çıkıyor. Emperyalizm bu iki gücü karşı karşıya getirmenin planlarını yaparken Türkiye ve İran liderliği kurulan oyunu tersine çevirip Müslümanları birbirine düşüren mezhebi / milli fitne ve fesat kaynaklarını kurutup büyük bir dayanışmaya, büyük bir İslam ittifakına giden yolu aralayabilir. Diğer bölge ülkeleri ya çok zayıf veya varoluşlarını Küresel emperyal güçlerle kurdukları ilişkilere borçlu oldukları için bağımsız politika geliştirme iradesine sahip değiller. Yine de küresel güçlerin hesapları her ne olursa olsun bölgemizdeki Türkiye, İran, Irak, Suudi Arabistan ve Suriye gibi devletler ile bölgesel aktörler her şeye rağmen kendi öznel hesaplarını yapmak zorundalar çünkü günü geldiğinde sırtlarını dayadıkları emperyal güçler onlara da acımayacak.
Bu süreçte zaman zaman bölgesel güçlerle emperyalistlerin hesapları örtüşüyor olabileceği gibi çatışıyor da olabilir, kimi politikalar zaman zaman aynı amaca hizmet ediyor gibi görünse de bu görüntü aldatıcı olabilir. Sürecin sonunda beklentiler ve hedefler birbirine taban tabana zıt pozisyonlara dönüşebilir.
Bugün geldiğimiz noktada, PKK ve Suriye sahasına dair Türkiye ile ABD arasında taktiksel ve dönemsel bir uyum göze çarpıyor. Ancak şu kesin ki, ABD’nin bu oyunun sonunda görmeyi umduğu tablo ile Türkiye’nin hedeflediği sonuç aynı değil. Nitekim yaşanan gelişmeler, küresel oyun kurucuların planladığı gibi Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirmek yerine, ABD ile Türkiye’nin İsrail üzerinden nihai bir hesaplaşmaya sürüklenme ihtimalini güçlendiriyor. Zaten coğrafyamızın yüzyıllara dayanan kaderi de olayları bu yöne doğru eviriyor.
İşte bu hesaplaşma anı geldiğinde, kim daha hazırlıklıysa oyunu o kazanacak. Ve haritalar, ister istemez, yeni bir düzenin gereklerine göre tanzim edilmeye başlanacak.
Bölgemizde 20.YY başlarından itibaren çizilen haritaların artık değişeceği kesin, değişmeme olasılığı yok.
Ortadoğu’daki yeni dönemde sadece haritalar değişmiyor; ittifaklar, güç dengeleri ve bölge halklarının geleceğine dair planlar da yeniden yazılıyor. Peki, bu değişim yeni bir barış ve adalet dönemine mi kapı aralayacak, yoksa 20. yüzyıl başındaki gibi yeni bir sömürü ve tahakküm düzeni mi kurulacak?
Geçmişte Osmanlı’nın yıkılmasıyla başlayan süreç, emperyalist çıkarlar ve böl-parçala-yönet politikaları üzerine kuruldu. Bugün aynı oyun, emperyal oyun kurucular tarafından daha karmaşık ve sofistike araçlarla yeniden sahnelenmeye çalışılıyor.
Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de yaşananlar, bu gerçeğin en acı kanıtı. Ancak bu süreçte en kritik rolü oynayan aktörlerden biri de hiç şüphesiz Türkiye. Türkiye'nin başarısı ise yalnızca dış politikadaki hamlelerine değil; aynı zamanda iç barışın sağlanmasına, toplumsal uzlaşının tesis edilmesine, yoksul ve dar gelirli kesimlerin asgari yaşam standartlarına kavuşturulmasına, liyakat esasına dayalı bir görev dağılımına ve kalıcı reformların hayata geçirilmesine bağlı.
Ne var ki gerek İsrail gerekse iç ve dış muhalifler arasında, Türkiye Hükümeti'nin Ortadoğu politikasını 'Yeni Osmanlıcılık' diye niteleyerek endişeyle karşılayanlar mevcut. Bu kesimler, bölge ülkelerine 'Türkiye, sizi Osmanlı dönemindeki gibi yeniden kendi egemenliği altında toplamak istiyor' propagandası yaparken, iç kamuoyunu da 'saltanat ve şeriat düzenine dönüş' veya 'Türkiye'yi büyütme vaadiyle parçalama planları' gibi korku senaryolarıyla manipüle ederek kendi siyasi hedefleri doğrultusunda harekete geçirmeye çalışıyor.
İşin ilginç yanı şu: Türkiye ve bölge ülkelerine sürekli 'ulusal bağımsızlığınızı koruyun, hassasiyetlerinizi ön planda tutun' diye nasihat veren bu küresel güçlerin kendi pratiklerine baktığınızda, ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde sayısız ittifak, ekonomik birlik ve siyasi blok oluşturduklarını görürsünüz.
Bugün dünyanın süper güçleri konumundaki ABD, Çin ve Rusya'nın her biri, federal yapılar altında birleşmiş eyaletler veya özerk devletlerden oluşuyor. Avrupa'da ise başlangıçta salt ekonomik bir iş birliği olan AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu), zamanla siyasi boyut kazanarak Avrupa Birliği'ne dönüştü.
AB, kuruluşunda yalnızca 6 üyeye sahipken, bugün 27 ülkeyi kapsayan dev bir birlik haline geldi. Üstelik Türkiye'nin yanı sıra Karadağ, Sırbistan, Kuzey Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan gibi 8 aday ülke daha sırada bekliyor. Bulgaristan'ın da yakın gelecekte Euro Bölgesi'ne katılmasıyla, ortak para birimi Euro'yu kullanan ülke sayısı 21'e yükselecek.
Ne var ki, AB'nin 27 üyesi arasında Almanya ve Fransa fiilen birliğin liderleri konumunda olsa da, kimse çıkıp da 'Avrupa Birliği, Almanya'nın I. ve II. Dünya Savaşları'ndaki yayılmacı emellerinin bir uzantısıdır' iddiasında bulunmuyor. Oysa aynı kesimler, Türkiye'nin bölgesel etkinliğini 'yayılmacılık' olarak nitelendirmekte bir beis görmüyor!
Birlik ve beraberlik her zaman kazandırır, ayrılık ve yalnızlık ise size her zaman daha büyük planı ve imkânı olanların mahkûmu haline getirir.
Türkiye’nin bölgede yapmaya çalıştığı şey eğer gerçekten iddia edildiği ve beyanlardan da anlaşıldığı üzere ‘bir bölgesel birlik ve daha büyük ama bölge halklarının ortak devleti haline gelmiş bir Türkiye’ ise bu doğru bir politikadır ve günümüz fıkhının vacibidir.
Küresel güçlerin planları ne olursa olsun, bölgenin gerçek sahibi olan halklar, toplumsal gruplar, önderler ve devletler kendileri için hazırlanan gelecek planlarında proaktif olmalı ve kendi geleceklerine kendilerinin karar vereceği bir irade ortaya koyabilmelidirler.
Bunun için ana başlıklar halinde atılması gereken adımlar:
- Ekonomik kalkınma ve asgari geçim standardının sağlanması:
Ülkeler hukuki, sosyal, ekonomik ve askeri alanlarda sistemi yeniden organize edip adil ve işler hale getirmeli. Gelir dağılımı ve toplumun asgari düzeyde standart bir geçim seviyesine kavuşmasını sağlamak adına radikal tedbirler alınmalı.
- Toplumsal barış sağlanmalı.
Türkiye özelinde Kürt sorunu, Suriye özelinde Kürt sorunu ile birlikte dini ve etnik diğer azınlıklar ile ilgili sorunlar, Irak özelinde mezhebi ve etnik ayrışmanın kurallı ve adil paylaşımlı bir sisteme bağlanması ile ilgili yapısal sorunlar, İran özelinde Azeriler, Kürtler, Beluciler ve dini azınlıklarla ilgili sorunlarda İslam’ın, (İslam’a mugayir olmayan) uluslararası insan hakları düzenlemelerinin gereklerine, adalet ve eşitliğe dayalı bir anayasal düzen kurulmalı.
İç barış muhakkak sağlanmalı ve iç barışı getirecek adımlar akabinde iç barışa tehdit oluşturan her odağın da şiddetle üzerine gidilip yeni ayrılıklar ve fitne unsurları oluşmasına fırsat verilmemelidir.
- Ekonomik entegrasyon.
Ülkeler arası ekonomik birlikler kurulmalı. Gümrüklemede ve sertifikalaşmada entegrasyon sağlanarak ekonomi alanında halkların kaynaşması ve ticaretin gelişmesi sağlanmalı. Mali, finansal ve yapısal tedbirlerle bölgesel ticaretin önündeki engeller kaldırılmalı.
- Malların ve insanların kolay ulaşım imkanları:
Bölgeler ve ülkeler arasında mal ve insan dolaşımını kolaylaştırmak için ulaşım altyapısına ortak yatırımlar yapılmalı, lojistik süreçler ülkeler arası iş birliğiyle optimize edilmelidir. Demiryolu, karayolu, deniz ve hava yollarının entegre bir şekilde geliştirilmesiyle şehirler ve bölgeler arasındaki mesafeler etkin şekilde kısaltılmalıdır.
Zengezur Koridoru ve Aras Koridoru gibi stratejik girişimler, Basra'dan İstanbul'a Kalkınma Yolu, Yeni Hicaz Demiryolu projesi ve Türkiye'nin hızlı tren ağının Urfa, Diyarbakır, Gaziantep ve Mardin üzerinden Irak ve Suriye'ye genişletilmesi gibi projelerle bölgesel entegrasyonun altyapısı güçlendirilmelidir.
ABD öncülüğünde geliştirilen ve Türkiye'yi dışlayarak Körfez ülkelerini İsrail üzerinden Yunanistan'a bağlamayı hedefleyen Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoruna (IMEC) karşılık, Çin'in 'Bir Kuşak Bir Yol' girişimi aktif şekilde desteklenmelidir.
Unutulmamalıdır ki bu tür entegrasyon projeleri, yalnızca fiziki bağlantıları değil, aynı zamanda bölge halkları arasında kültürel ve ekonomik köprüleri de güçlendirecektir.
- Sosyal medya ve gençlik:
Fitne ve kara propaganda odaklarına karşı güçlü mücadele verilmeli, küresel güç odaklarının birer toplumsal mühendislik aracı haline gelen sosyal ağlara yerel, bölgesel alternatif platformlar geliştirilmelidir. Instagram, Facebook, WhatsApp, Signal gibi Batı kaynaklı uygulamalar veya Tik-tok, WeChat gibi Çin uygulamaları ile Vkontakte, Telegram gibi Rusya kaynaklı uygulamaların ilgili ülkelerle olası karşılaşmalarda birer savaş aracı olarak kullanılabilecekleri artık bir sır olmakta çıktı. Bunun son örneğine İsrail’in Hizbullah ve ABD ile İsrail’in İran’a saldırılarında tüm dünya şahit oldu.
Ülkemizde hükümetin bir dönem eleştirilere cevap olarak dillendirdiği “Dindar nesil yetiştireceğiz” iddiasına rağmen pratikte dindar ailelerin çocukları dinden uzaklaştılar. Gençlik ruh ve duygu olarak yerellik ve millilikten çok uzak. Bu çok derin bir konu ve ayrıca ele alınmayı gerektiriyor ama büyük toplumsal ve bölgesel çalkantı ve çatışmaların beklendiği önümüzdeki on yılda “iç cephenin tahkim edilmesi” arzulanıyorsa bu konu bir “toplumsal güvenlik” ve “beka sorunu” olarak algılanıp ona göre tedbirler geliştirilmeli.
Zaman zaman devlet “sansürcülük” ile suçlansa da düşman odakların bağırıp çağırmalarına bakılmadan sosyal medyadan başlayarak TV-Radyo ve tüm propaganda mecralarında küresel emperyalist propagandanın etkisini kırmak adına tedbirler geliştirilmeli.
ABD’nin Çin menşeli diye Tik-tok isimli uygulamaya yönelik politikasına bakmak yeterli olur sanırım. Hakeza Ukrayna-Rusya savaşında Telegram programının hem düşmanın psikolojisini bozmak hem de istihbarat toplamak amacıyla yaygın kullanıldığına dair raporlar yayınlandı. Fransa’nın yine Telegram kurucusu Durov’a yönelik baskıları hala hafızalarda.
Malum Çin’de ve Rusya’da Batı kaynaklı sosyal platformları özgürce kullanılamıyor çünkü günümüzün çoklu tehditler ortamında aslında olması gereken bu ama Türkiye’de Instagram bir hafta kapatıldığında yetkililer neredeyse kaçacak delik arar hale geliyorsa karar vericilerin başlarını iki elleri arasına alıp “biz ne yaptık” diye düşünmelerinde fayda var.
- Halkın yönetime katılımı ve toplumsal bilinçlendirme:
Vakıflar, dernekler, cemaatler, gençlik organizasyonları ve geleneksel toplumsal zeminler insanımız ama özellikle gençlerimiz ve kadınlarımız hedef alınarak yaygınlaştırılan Deizm, Ateizm, Hedonizm, Toplumsal Cinsiyet- Cinsel Eşitlik – Cinsel Özgürlük gibi zehirli akım ve propagandalara karşı mücadele stratejisi geliştirilmelidir.
Sinema-eğlence-müzik endüstrisine de bakılmalı ve bu sahada yaşanan küresel kültür emperyalizmine karşı hem engelleyici hem de alternatif geliştirici adımlar atılmalıdır.
İnanç ve duygu bütünlüğünü sağlayamamış bir toplum bölünmüş ve dış tehditlere açık bir toplumdur.
- Bölgesel barış:
Ülkeler arası tarihten gelen sorunlar veya sınır anlaşmazlıkları gibi çatışma üreten sorunların çözülüp komşu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirilmesi. Sınır sorunları, su sorunları, etnik ve mezhebi sorunlar için bölgesel diyalog zeminleri oluşturulup çözüm odaklı adımlar atılmalı.
- Devlet yönetiminde ve planlamada SÜREKLİLİK:
Jeopolitik bir oyun kuruyorsanız burada çok önemli ve belirleyici olan parametrelerden en önemlisi SÜREKLİLİK’tir. Devlet yönetiminde, plan-proje-strateji ve taktiklerde süreklilik ve kişiye bağlı değil sisteme ait kararlar ve politikalar. Yöneticiler değişebilir, hükümetler değişebilir, aktörler değişebilir ama plan ve strateji değişmez, değişmemeli…
Yeni dönemde iki ihtimal var:
Ya bölge halkları ümmet temelli bir birlikle yeni bir adalet çağını başlatacaklar,
Ya da emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin yarattığı sömürge düzeni derinleşecek.
1.Bölüm: Türkiye-ABD ilişkileri, Kürt sorunu ve Yeni Osmanlıcılık iddiaları-1
2.Bölüm: Türkiye-ABD ilişkileri, Kürt sorunu ve Yeni Osmanlıcılık iddiaları-2